4 Ocak 2017 Çarşamba

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN

Kanuni Sultan Süleyman ( 1494 - 1566 )
     Kanuni Sultan Süleyman, Osmanlı hanedanının en kudretli padişahı olarak kabul edilir. Avrupalılar’ın “Muhteşem” ve “Büyük Türk” dedikleri, bizim ise “Kanuni” unvanıyla andığımız padişahın dönemi, bazı tarihçilere göre; İmparatorluğun askeri üstünlük ve kısmen de diplomatik manevra kabiliyeti ile birlikte İmparatorluğun genişleyen sınırları baz alınarak “Osmanlı’nın altın dönemi” olarak adlandırılmıştır.

         Beyaz Saray’da bulunan Temsilciler Meclisi binasının salonunu süsleyen tarihin en büyük 23 kanun koyucusunun mermer kabartmalarından birisi Kanuni’ye aittir. Padişahın bu unvanı, adil olması nedeniyle değil; kendisinden önceki sultanların ferman ve kanunnamelerini toplaması, kendi döneminde çok sayıda yeni kanun çıkarması ve bunların uygulanmasını sağlayabilmesi nedeniyle almıştır.

        Kanuni Sultan Süleyman, 46 yıllık saltanatı ile en uzun süre tahtta kalan Osmanlı padişahıdır. Tahta çıkarken kendisinden başka bir taht varisi olmadığından kardeş katli gerçekleştirmemiştir. Ancak babası Yavuz’un dedesini tahttan indirmesi ve yeni sultanın saltanatını garanti altına almak için tüm kardeşlerini ve yeğenlerini katletmiş olması, kendisine oldukça tesir etmiştir. Kanuni, böylelikle devletin bek’ası ve nizamı-ı alem için hanedan üyelerinin katledilebileceği gerçeğiyle erken yaşta tanışmıştır.

Elbette tarihi olaylar, gerçekleştiği devrin koşulları, algıları, yaklaşımları ve değer yargıları ile bu sayılanların sınırları içerisinde değerlendirilmelidir. Bugün en adi cinayet sayılabilecek durumlar, o günün koşullarında sıradan bir olay, zaruret ve hatta haklı bir sebep olarak görülebilir. Kanuni’nin vermiş olduğu kat’l kararları ve ölüm fermanları da bu bakış açısıyla değerlendirilebilir. Hele ki neredeyse bütün ömrü saltanat ile geçmiş, sınır tanımayan askeri ve ekonomik bir güce hükmetmiş bir şahsın, sahip olduğu ihtişam ve kudret ile sarhoş olmaması ihtimali yoktur. Bu durumu Kanuni’nin Fransız kralına yazdığı meşur mektupta görebiliyoruz. Kanuni mektubuna, sıfatlarını ve hükmettiği çok sayıdaki ülkelerin isimlerini sıraladıktan sonra Fransız kralını sadece Fransa vilayetinin sıradan bir kralı olarak küçümsemekle başlar. Kendisini Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi olarak gören sultan için efendisi olduğu sayısız kullardan herhangi birisinin varlığı veya yokluğunun pek bir önemi olmasa gerektir. Ancak sultanın fevri ve keyfi infazları, en yakınında olan karısı Hürrem Sultan ve rüşvete yatkınlığıyla bilinen sadrazam Rüstem Paşa’nın şahsi menfaatleri için sultanın tahtı kaybetme korkusuyla besledikleri yönlendirmeleri ile birleşince, bir noktadan sonra paranoya ve kıyıma dönüştü.

Vezirleri Pargalı İbrahim Paşa ve Kara Ahmet Paşa, Şehzade Mustafa ve onun küçük yaştaki oğlu ile diğer Şehzade Beyazıt ve beş çocuğu, hatta sonradan Hristiyan olması nedeniyle tahtta herhangi bir hak iddia edemeyecek durumda olan Cem Sultan’ın Rodos adasındaki oğlu ve onun küçük yaştaki çocuğu, Şahsuvaroğlu Ali Bey ve o dönemde henüz tam olarak keşfedilmemiş Amerika kıtasını da içeren bir dünya haritası çizmiş olan Piri Reis; sultanın tahtı kaybetme korkusunun kurbanı oldular. Tarihin kayıtlarında geçmeyen, esamesi bile okunmayan “insancıklar” olan diğer kurbanların isimlerini dahi bilemiyoruz.

“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,

 Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.

 Saltanat dedikleri ancak cihan kavgasıdır,

 Olmaya baht-ı saadet alem-i vahdet gibi.” 

dizelerini Kanuni’nin ölüm döşeğindeyken yazdığı rivayet edilir. Saltanatı için oğullarını ve torunlarını bile toprağın altına gönderen Sultan’ın, bu dizeleri ya ömrünün son anında ancak kendisi de toprağın altına gitmeden önce pişmanlıkla ya da ironik bir ruh hali içerisinde yazdığı düşünülebilir.

         Son söz olarak; tebaasının kendisine “mağrur olma padişahım senden büyük Allah var.” demeye cesaret edip edemediği bilinmez; ancak bilinen bir şey var ki, o da bu dünyanın Sultan Süleyman’a da kalmadığıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder